RUH ve CAN
arasındaki fark koşuşturma içinde olduğumuz günlük yaşamda tam olarak anlaşılamamakta.
Konu ile ilgili öğretilerde bu fark yüzeyde olmasada herzaman yer almakta.
Vedik geleneğinden tutun da, tüm dinlerde, ruhsal uyanış, aydınlanma, yeni
çağ... gibi son yıllarda ortaya çıkan öğretilere kadar olan tüm disiplinlerde
konuya ilişkin açıklamalara raslamak mümkün.
3. Boyuttan
bakılınca kabaca şöyle ifade edilmekte; Bedenin içindekine Ruh (Soul), Ruhun
içindekine de Can (spirit) denmekte. Bedenin içindeki Ruh’un bir formu vardır,
Ruh olarak nitelendirilen, gerçek ‘SEN’in dış kabuğudur. Ruh, Vedik kültüründe
‘Anandamayaosha’ veya daha yaygın olarak ‘Atma’ olarak adlandırılır. Atma’nın
ceviz büyüklüğünde ve kalpte yapılandığı söylenir. Ruh, Tanrının veya
karışıklığı önlemek amacı ile tercih ettiğim tabir ile Kaynak’ın yarattığı Eterik ortamda bir bedendir. Yok edilemez. Varlığımızın
farkındalığı Ruh vasıtası ile olur. Değişik gezegenlerde bedenden beden girip
reencarne olan budur. Ruh vasıtası ile Kaynak, olabildiğince çok ve değişik
deneyimler yaşayarak kendini deneyimler. Ruhlar Kaynak’ın, ayrı ayrı kişilik
verek kendini bölmesinden oluşur. Ruh
Kaynaktan ayrılmış olmayı bilinçli deneyimleyip bu farkındalığı yaşar, kendini
kaynaktan ayrı bir birim olarak algılar. İşte bütün ruhsal, dini öğretiler,
ibadetler, ritualler burada devreye girer. Bütün bu inanç ve eylemler bilincin
ve duyguların kontrolü ve yönetimi üzerinde ustalık kazanıp Ruhun asıl
kişiliğini öne çıkarmak içindir.
Aslında yukarıdaki
öğreti ve eylemler bir nevi çelişki yaratmakta, eğer hepimiz ruhun asıl
kişiliğini bilincimizde sürekli canlı tutup yaşarsak, olumsuzluk
barınamayacağından deneyimlerimizde sınırlama
olacaktır, yani Kaynak herşeyi dolu dolu deneyimleyemeyecektir, bu
açıdan bakıldığında durum yaradılışa aykırı görünmekte. Onun içindir ki ikilem,
iyi ve kötü, beyaz ve siyah, üçüncü Boyutun vazgeçilmez unsurudur. Onun içindir
ki Melek ve İblis kardeştir denmekte, tokatı yiyince öbür yanağını çevir, kötülere
karşı neğatif düşünme, sevgini ver denmekte, tam teslimiyet istenmektedir. Kötü
ve iyi birlikte bütünü oluşturmakta. Belirtmekte yarar var, bize vaat
edilenlerin aksine, olumsuzluk üst Boyutlarda da bulunmakta, özellikle 4.
Boyutta. Çok daha üst Boyutlarda dahi olumsuz varlıkların olduğuna dair
haberler gündemde.
4. Boyuta
geçtiğimizde ki bu durum yakında yaşanılır olacak, Ruh bir nevi beden
olduğundan dolayı hali hazırda bir bünyemiz olacak, İlginçtir, Ruhun yüzü Veda
bilminde 6 yaşındaki çocuk yüzü diye tarif etmekte. Yanı sıra, 4. Boyutta Ruh (Kaynak’ın
bir parçası olmasından dolayı yaratabilir) istediği herhangi bir beden
yaratarak kendini o görünüm içinde sunabilme yeteneğini kullanabilecek. Yakın
bir gelecekte bizi bekleyen yaşamda, Dinazorlardan, mitolojik yaratıklardan
tutunda aklınıza gelecek her türlü formdan oluşacak toplum hayatımızın görsel kısmının
çok renkli olacağına inanıyorum. Dahası gözümüzdeki bu aptalca perde kalkarak, çok
çeşitli formlarda olan insan ve insan olmayan Dünya dışı CANlıları da görerek
renk cümcüşümüzü genişleteceğiz.
CAN olarak
isimlendirdiğimiz ise, Ruhun içinde yapılanmış olan Kaynak’ın kendisidir. Onun
içindir ki Tanrı’yı bulmak için kendine dön denir, bütün Uzakdoğu öğretilerinde hep sen ‘O’ sun
denir. Kültürümüzde de Vedik geleneği ile İslam geleneğinin harmanlaması olan
Sufizmde konuya ilişkin pek çok örneğe raslamaktayız. Hatırıma Yunus Emre geldi; 'Beni bende demen, ben de değilim, Bir ben vardır bende, benden içeru'. Can’ın bir formu
olduğundan bahsedilmez. Parlak bir Işık olduğu söylenir. Hintlilerin
‘Paramatma’ dedikleri Can Ruh’un özüdür, ölümsüzdür, yok edilemez. Sahsen, 6.
ve daha üst Boyutlarda varlığımızı Ruh olarak değil Can olarak sürdürdüğümüz
kanısındayım.
Yazıyı daha fazla
uzatmadan, ölüm korkusunun ne kadar yersiz ve gerçek olmadığını, aslında ölümün
sadece şekil değiştirmekten ibaret olduğunu vurgulayarak bitirmek istiyorum.
Naci Gülşan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder