11 Nisan 2020

GENLER YAŞAMI KONTROL ETMEZ, YAŞAMI KONTROL EDEN BİZLERİZ




Yaşamımızı belirleyen genler değil, bizleriz. 





Dr. Bruce H. Lipton, PhD, Amerikalı Gelişimsel biyolog. 

1967’de Kök hücreler üzerinde çalışıyordum. O dönemlerde kök hücreleri pek az insan biliyordu. Genetiği aynı olan kastan, kemikten ve yağ hücrelerinden alınan kök hücrelerini 3 ayrı farklı kültür sıvılarının olduğu 3 ayrı deney kabına koydum. Yaptığım genetiği aynı olan kök hücrelerini farklı ortamlara koymak. Deneyin sonucunda aynı genetik bilgisine sahip hücrelerin farklı geliştiğini gözlemledim. Kendi kendime, dur biraz, okulda genlerin çevre şartlarını kontrol ettiğini öğretiyorum, deneyde çevre şartlarının genleri kontrol ettiğini görüyorum dedim. 1967’de sonucu yüksek sesle ne kadar haykırdıysam da geleneksel akademik anlayışına ters düştüğü için kimse beni dinlemedi. Ya ben aptalım ya da bulduğumu anlayamıyorlardı diye düşündüm. 1990’na kadar bilim bulduğum sonuçları tanımadı. Daha sonra bunu “Epigenetics” olarak isimlendirdiler. Epigenetic kontrol dediğimde, Epi üstünde demek, Epigenetic genlerin ötesindeki, genlerin dışındaki kontrol anlamında. Onlardan 23 yıl önce bu gerçeğin farkındaydım. Sonra sistemden ayrıldım, derse girmeyi bıraktım. Daha sonra Karayib’lerde öğretime tekrar geri döndüm.
Geleneksel eğitim sistemi, genlerin yaşamınızı kontrol ettiğini, karakterleri genlerinin tayin ettiğini, hatta genlerin kendi kendilerine uyanıp uyuduklarını, genleri bizler seçmediğini söyler.  İnsanlar genlerin kurbanı olmaya programlanmışlar. Gerçek ise bizler tam anlamı ile Yaratıcıyız, soylarından gelen genlerin kurbanı olduklarını düşündüklerinden, insanlar bu durumdan habersiz, ne yapayım bende böyle bir gen var onun için hastayım diyerek, kendilerini çaresiz, stres altında, depresyonda hissediyorlardı.

Angelina Jolie örneğinde olduğu gibi, annesi ve anneannesi göğüs kanserinden öldü. O da bu sonucu yaşamamak için göğüslerini kestirdi. Ancak göğüs kanserine sebep olan aynı gen aynı zamanda idrar kesesi kanseri, rahim kanserine de sebep olur. Angelina genlerin yaşamı kontrol ettiğine, annesinden gelen hastalıklı genleri taşıdığına dolayısı ile soyunun kurbanı olduğuna inandığından dolayı bu yolu seçti. Angelina basit bir gerçeği gözden kaçırdı, bana gösterebileceğiniz, kendi halinde, kansere yol açan bir tane bile gen yoktur. Angelina sözde problemi yaratan geleneksel adlandırılan BRCA1 kanser geni taşıyordu. Gerçek ise bu geni taşıyan kadınları sadece %50’sinde kanser görülüyor. Sonuç olarak sadece geni taşımak kansere sebep olmuyor, yaşamla uyum içinde olmamak ve geni taşımak kansere yol açıyor. Genler içinde bulunduğu ortamdan bağımsız olarak, kendi kendilerine hareket ederek sağlık sorunları yaratmıyorlar, dolayısı ile genlerin kurbanı nasıl olabilirsin? Senin bilincin ve bilinçaltın genleri harekete geçiriyor. Bilgi eksikliği güçsüzlüktür! Kim olduğumuzdan ve bedenimizin gerçekten nasıl çalıştığının bilgisinden mahrum bırakıldık. Dünyaya geliyorsunuz ve bebekliğinizden başlanarak programlanıyorsunuz, eğer yaşamınızın başlarında kurban olduğunuz programlanırsa, tüm yaşam boyu kurban olduğunuzu düşünüyorsunuz, çünkü kontrolde olan siz değilsiniz. Geleneksel görüşe göre sen kurbansın, kabul gören çalışmalarıma göre sen yaşamını yönlendiren ustasın, düşüncelerini, inançlarını, algılarını, dolayısı ile içinde bulunduğun ortamı değiştirebilirsin. Böylelikle tam olarak genlerini kontrol edebilirsin. Benim araştırmalarım geleneksel olarak kabul edilen genler yaşamı kontrol eder teorisinin aksini kanıtlamıştır.     

Bütün arkadaşlarım bana öyle ise bize nasıl kontrolde olacağımızı göster dedi. Ben de dâhil hiç kimse nasıl yapılacağını bilmiyordu. Daha sonraki çalışmalarında ortamdaki bilginin genlerle nasıl iletişim kurduğunu inceledim. Çalışmalarım beni hücre zarına yönlendirdi, doğal olarak dışarısı ile içerisi arasında hücre zarı var, hücre zarı aşılarak hücreye girileceğinden, zarı incelediğimde çok basit bir yapı gördüm sanki Oreo bisküvisi gibi iki koyu katman içinde bir beyaz katman. Zar sıvı kristaldir, içinde protein olmayan zar iletken değildir, sodyum, potasyum gibi proteinler eklerseniz tam iletken olur, böylelikle hücre içini hücre dışına bağlayan kanallar oluşur. Bu kanallardan her bilgi geçemez,  çok az bilgi geçebilir, dolayısı ile yarı iletken bir ortam oluşmuş olur. Sinyal alan ve sinyal veren iki ana protein görev yapar. Kapı işlevini görürler. 1985’te Macintosh bilgisayarımın önüne oturup bunları yazarken birden bu bilgileri bir yerlerde gördüğümü hatırladım. Bu bilgilerin benzerlerinin ilk aldığım bilgisayarın kullanma kılavuzunda olduğunu fark ettim. Basit bir kılavuz, açıp okuduğumda, cip’in kristal ve alıcı vericilerin bulunduğu (kapılar) yarı iletken bir yapıda olduğunu okudum. Ayrıntıları okudukça hücrenin karbon temelli cip olduğunu, çevreden toplanan bilgileri alıcıların yüzeyine daktilo edip hücrenin veri tabanı görevini gören hücre çekirdeğine gönderdiğini anladım.
      
Daha önce öğrettiğimiz, sizin programınız sizin yaşamınızdır, genetiğiniz sizin yaşamınızdır idi. Epigenetic öğretimi, bütün genler çevre şartlarına karşı tepkilerinin doğrultusunda değişebilir. Genlerine hapsedilmiş durumda değilsin, zar bir çip, çekirdek ise sabit disk ne yazıp okuduğuna bağlı olarak yaşamın değişir. Hücre programlanabilir bir çip’tir. Farklı çevre şartlarında farklı dışa vurum gösterir. Bunu anladığında bütün biyoloji anlayışı değişmekte. Ne tür bir fonksiyon elde edeceğin hücre zarına yazdığına bağlı.
  
Yaptığım deneyde görüldüğü gibi, genlerin içinde bulunduğu ortamın kimyası hücrenin kaderini tespit eder. Aynaya baktığında insanın sadece bir tane varlık olduğunu görürüz, bu bir ilizyon, çünkü insan vücudu 50 trilyon hücreden oluşur, hücreler de yaşayan varlık, vücuttaki bütün hücreler programlanabilir, bütün bu hücrelerin oluşturduğu bedenin kimyası kan hücrelerinin kimyası tarafından düzenlenir. Beden de deri ile çevrelenmiş bir deney tabağı gibi düşünüldüğünde kanda deney tabağı içindeki genleri kontrol eden kültürlenmiş sıvı. Peki, kanın kimyası nasıl ayarlanıyor, nereden geliyor? Beyinden. Beyin kafanızdaki düşünceleri çevirerek kan’ın kimyasına aktarır. Sevgiyi düşündüğünüzde beyin kanın kimyasını değiştirecek dopamine salgılar, buda sevdiğinize sizi daha çekici yapar, büyüme hormonu salgılanır, sizin canlılığınızı artırır. Eğer stresli bir durumla karşılaştığınızda kan’a stres kimyası verilir.

Kuantum fiziğin gezegende en geçerli bilim dalı olduğunu “Cosmic Code” adlı kitaptan öğrenmiştim. Kuantum fiziğin ilk kuralı, yaşam deneyiminizi oluşturan bilinç’tir. Kan’ın kimyasını oluşturan bilinciniz, aynı zamanda bilincinizin ifadesi oluyor. Bu ifade sizin yaşam deneyiminiz oluyor. Yaşam eşittir bilinç.

 Hastalıklarımızın ancak %1 bozuk genlerden kaynaklanıyor. %90’nın fazla kısmı stresten kaynaklanıyor. Geri kalanlarda kanın kimyasına bağlı olan hastalıklar. Hastalıklar evet sizin düşüncelerinizden kaynaklanıyor. Kesinlikle, düşüncelerinizi değiştirirseniz yaşamınızı değiştirirsiniz. Hemen şunu anlıyorsunuz, ben kurban değilim, ben yaratıcıyım!

Yaşam nasıl işliyor? Öncelikle bizlerin yapısı proteinden oluşmakta. Genler protein yapımı için tasarlanmıştır. Proteinin karakteri sizin bünyenizin karakteridir. Protein fiziksel bir yapıdır, fakat çevreden gelen belirli sinyaller proteine bağlanarak proteinin şeklini değiştirmekte, kendi etrafında döndürmekte. Niye bu önemli, şekil değiştirmek harekettir, hareket yaşamın geldiği yerdir. Proteinler yaşamla ilgilidir fakat yaşamın kendisi değildir. İnsan öldüğünde protein olan beden hala burada olmasına rağmen içinde yaşam yoktur. Protein artı sinyal birlikte yaşamı oluşturur. Proteinin şekil değiştirmesi terleme, hazım, kas hareketlerinin sonucunda oluşan atılımı gibi işleri yapar. Yaşam nedir? Protein mekanizmasının sinyal ile birlikte proteinin davranışını yönetmektir yaşam. Etan (Ethane) molekülünün kendi etrafındaki hareketini anlamak yaşamı oluşturan temel hakkında bilgi edinmek demektir. Etan’nın hareketi yaşam başlangıcında oluşan hareketin aynısıdır. Etan’nın hareketlerinin nasıl kontrol edildiğini anlamaya çalışan bilimin adı Newton fiziği, Evreni enerji ve madde olarak bölerek, maddeden yapılan maddeden yapılmış olanla iletişime girer, enerji ve madde birbirini etkilemez, dolayısı ile fiziksel olan insan bünyesi sadece fiziksel olan şeylerden etkilenir, kimyasal ilaçlar gibi, bizler bu programlamaya tabi tutulduk. Fakat Etan molekülün hareketi Newton fiziğinin mekanizmasının önerdiği gibi hareket etmediği, kuantum enerjisinin mekanizmasını kullandığı görüldü. Dolayısı ile enerjinin alanı proteinin hareketini ve ışığı üretmekte. Newton fiziği farmasötikal sektörün temelidir. Bu sektör, fiziksel kimyasallar ile senin bedenini dengeleyeceğim der. Sinyal olarak kullanılır kimyasallar. Fakat tercih edilen bu değil, enerji alanından gelen, bilinçten, düşünceden, ekolojik alandan gelen sinyaldir. Bu sinyaller kimyasallardan yüzlerce kat daha etkili sinyallerdir.

Tıp fakültelerinden önce herkesin kullandığı şifa teknikleriydi. Enerjiyi kullanarak şifa bulma, eller ile şifa verme, ruhsal şifa teknikleri kullanılmaktaydı. Amerikan medikal derneğinin açıklamasına göre, ilaç kullanımı Amerika’da ölüm sebepleri arasında 3. sırada yer almakta. İngilizler de aynı sonuca 20 yıl sonra vardılar. 1925’te kuantum fizik devreye girerek, fiziksel gerçeklik enerjinin yanılsamasıdır dedi. Her şey enerji olduğuna göre, enerjiyi enerji ile düzenlemek gerek. Bu tür tedavi yönteminde hiçbir şey satın almak zorunda değilsin, tedaviyi kendin yapabilirsin, dolayısı ile ilaç şirketleri bu durumdan memnun olmamakta. Bu yoldaki bütün bilgiler baskılanmıştır.

Beyin bir bilgisayar, bu gerçek, beynin gelişmesinde ilk ihtiyaç işletim sistemidir.  İşletim sistemi olan bir bilgisayarı açabilirim ve bu bilgisayardan bir şeyler yapmasını isterim, resim yapmasını, yazmasını falan. Bir şeyler yapabilmesi için önce programları yüklemek gerekir. İnsandaki “beyini bilgisayar”ın ilk 7 yılı bilincin yüksek beyin vibrasyonlarında çalışmaz, alfa sakin bilinç veya daha aktif olan Beta gibi. İlk 7 yılda beyin bunlara ulaşamaz. Daha çok Teta vibrasyonunda çalışır ki buda bilinçaltıdır, hipnoz düzeyidir. Peki, programı nereden alır, video kamerası gibi Teta seviyesinde diğer insanları izler, dışarıdan bilinçaltına indirir. İlk 7 yıl programları indirmekle geçer. Bu programlar senin istediklerinden ya da dilediklerinden oluşmaz, yüklediğimiz programların %70’i yetkisizleştirme ve kendi kendini baltalamaktan ibaret. “Bilinçaltı” program olurken, “bilinç” oluşturan, yaratandır. Bilinçten hareket ettiğinde dümende oturan senin isteklerin, dileklerindir, arabayı istediğin her hangi bir yöne yöneltebilirsin. Fakat düşündüğün an, dümeni bırakıp içe dönmen gerekir, düşünce dışarı bakmak yerine bilincini içe yönlendirir. Düşünce içeride oluşur. Jonathan, Cumartesi günü ne yapıyorsun sorusunu cevaplandırmak için, eğer cevap önünde yazılı değilse cevabı nereden bulacaksın? Düşünerek bulacaksın. Arabayı sürerken her düşündüğünde, dümeni bırakıp içeriye yönelirsen kaza yaparsın değil mi? Ama böyle olmuyor, Bilinçaltı otomatik olarak dümene geçiyor yani programlar arabayı sürüyor. Arabayı bilinçli olarak sürdüğümüzü sansak bile aslında arabayı bilinçaltı, başkalarından öğrenilen ve bilinçaltını etkileyen diğer programlar kullanmakta. Eğer program kendi kendini baltalamak ile ilgili ise, kendi kendinizi baltalıyorsunuz.

Kısaca; burada, bilinçaltının yönetimi en önemli rolü oluşturuyor. Günü %95’şini düşünerek geçiriyor, yani davranışlarımızın %95’şi bilinçaltındaki yüklenmiş programlar tarafından yönetiliyor. Bu programlar başka insanlardan geliyor. Yakın arkadaşınızın ailesini de iyi tanıdığınız bir durumda, yakın arkadaşının babası gibi davrandığını gördüğünde, arkadaşına baban gibi davranıyorsun dediğinde, arkadaşın bunu nerden çıkardın, davranışlarımın babamın davranışları ile hiçbir ilgisi yok diyerek kabul etmediğini görürsün. Bu durumu diğerleri de görse bile arkadaşının ısrarla kabul etmediğini göreceksiniz. Can alıcı nokta burada; herkesin onun davranışlarının babasının davranışlarına benzediğini görmesine rağmen, arkadaşın durumu görememekte. Çünkü bilinçaltının yaptığını, bilinç kavrayamamakta. Bilinçaltı negatif programla yüklü olduğunda, başına gelen olumsuzluklar sırasında, işin içinde olmana rağmen, düşündüğünden dolayı, dikkatini düşüncelere yönelttiğinden dolayı otomatik pilot dümene geçmekte, bunu sonucunda doğal olarak kurban olduğumuzu düşünmekteyiz. Mesela, ben başarılı olmak istiyorum, benim dışımdaki şeyler bunu engelliyor demeye başlarız. Çünkü hepimiz babasına benzeyen arkadaşınız gibiyiz, herkes günün %95’de ilk 7 yıl içinde yüklenen programlarımız doğrultusunda davranıyoruz. Bilincimizin meşgul olmasından dolayı bilinçaltının dümene geçerek yüklü olan programı gerçekleştiğini göremiyoruz. Kuantum fizik, bilinç sizin yaşam deneyimini yaratır der. Epigenetic’te evet sizin olmadığınız zaman, siz düşünürken bilinciniz bu davranışları yaratıyor ve biz bunu algılayamıyoruz dolayısı ile kurban olduğumuzu sanıyoruz der. (bunları anlamayarak, duruma müdahale etmeyerek) Aslında gerçekten bütün her şeyi bizler yaratmaktayız.  

Gebeliğin son üç ayında programlama başlıyor. Programları değiştirmeye başlamadan önce programların ne olduklarını bilmek lazım. Yaşamlarımız programlarımızın çıktısıdır. Hayatınızdaki birçok şey, siz hiçbir şey yapmadan programların kendiliğinden çalışması sonucu var. İstediklerin, arzuların programlar doğrultusunda olmadığından onları gerçekleştirmek için, çok çalışman, terlemen, çok gayret göstermen, acı çekmen gerekir. Neden çok çalışman gerek çünkü istediklerin programların tarafından desteklenmiyor. Sonra başlıyorsunuz, buna ulaşamam, bunu yapamam, bunu hak etmiyorum, o kadar zeki ve becerikli değilim demeye. İlk yapacağınız, yaşamınızı incelemek. Hangisini değiştirmek istediğinize karar vermek. Mesela, evlenmek istiyorsunuz, eğer bu konuda güçlük var ise temelde senin programların evlenmeni desteklemiyor, bundan dolayı güçlükle karşılaşıyorsun. Önce kineziyolojideki inanç tekniği olan “kendimi seviyorum” etki-testini (muscle testing) geçmelisin. İnsanlığın %85’i “kendimi seviyorum” testinden geçemez.  Eğer kendini sevmiyorsan başkaları seni nasıl sevecek. Biri sana seni seviyorum dediğinde sen ben sevilecek biri değilim dersen bu tutumun ilişkiye girecek olanı senden uzaklaştırır, engeller ve tabi ki sen evlenmekte zorluk yaşarsın. 

Bilinçaltını değiştirebilecek 3 şey vardır. Bunlar bilinçten tamamen farklıdır. Bilinç beynin %10 dur, alnının hemen gerisindedir. Bireysel kimliğini, eşsiz karakterini, senin ruhunu oluşturur. Diğer %90 da bilinçaltını oluşturur, bu sabit sürücünün programlarının olduğu veri tabanını oluşturur. Bilincin yaratıcı olduğunu söyledim, balayı deneyimini yaşamak istiyorum, Dünyada cennetteymişim gibi yaşamak istiyorum, iyi bir iş istiyorum, iyi kadın-erkek ilişkileri istiyorum, sağlıklı bünye istiyorum, bütün bunları istiyorum. İsteklerimiz, tutkularımız bilincimizi oluşturuyor. Bilinçaltımız alışkanlığımız, kayıt ve yapılan kayıtı çalmaktan ibaret. Programlar iyi ve kötü olabilir fakat bilinci iyi veya kötü olarak tanımlamak yanlıştır. Ne zaman yürümeyi öğrendiniz, muhtemelen 2 yaş civarları, hala yürüyorsun değil mi? Çünkü yürümek alışkanlık haline geldi, yüz yaşına bile gelsen hala yürümeyi unutmazsın. Alışkanlıklar iyi olduğunda yararlıdır, kötü alışkanlıklar ise zarar verir. Yaratıcı olan bilinç, kitap okur, video seyreder, konferanslara gider, konuştuklarımızı dinler. Bütün bunlar bilincimizi değiştirir, bilinçaltımızı değil. Bilinç bütün bunları anlar ama bilinçli hareketlerimiz ancak tüm bilincimizin %5’şini oluşturur. “Çok kitap okuyorum, çok şey öğreniyorum, birçok şeyi iyi bilmeme rağmen hala yaşamın değişmiyor”  dediğimiz olmuştur. Bilinçli davranışlarında seni çok akıllı bulabilirler, ama yaşamın hala berbat olabilir, çünkü başkaları tarafından programlanmış alışkanlık bilincini kullanarak yaşamını sürdürüyorsun. Alışkanlık bilincinin indirdiği programların %70’i negatif, güçsüz bırakan inançlar ile ilgilidir, eğer bu kayıtları çalıştırıp aktif hale getirirsen,  kaybedersin.

Yeni programlar yüklemek zorundayız. Ben sevilecek biriyim, ben sağlıklıyım, iyi bir işim var gibi yaşamınızda ne istiyorsanız bilinçaltına bunları yerleştirmelisiniz. Bilinçaltını 3 öğrenme yöntemi vardır. 1. si; başlangıçtaki ilk 7 yıl, Teta dalga boyundasın, hipnoz durumundasın. Bu dalga boyunda tekrar programlar yükleyebilirsin, bunun için terapiste gitmene gerek yok, bunu kendin de yapabilirsin. Beyinin en düşük vibrasyonu Delta, uyku bilinç düzeyi, sonraki Teta, hipnoz ve hayal bilinç düzeyi, bir sonrası Alfa, sakinlik bilinç düzeyi, Beta, odaklanma bilinç düzeyi ve Gama, yüksek işleyiş bilinç durumu. Yattığımız bilinç düzeyi olan Alfa düzeyinden uykuya geçtiğimizde Teta bilinç düzeyine geçeriz, işte bu anda programlama mümkün olmakta. Alfa düzeyinde kulaklıkları takıp ne isteğinize bağlı olarak seçtiğiniz kayıtı dinlerseniz, Teta düzeyine girer girmez, kayıttaki bilgi direk bilinçaltına kaydolur.

7 yaşından sonra hala programlama devam etmekte, nasıl mı, tekrar ederek. Pratik yaparak, alışkanlıklarla, tekrar ede ede. Müzik aleti çalmak, bilincimize göre iyi bir fikir, pratik yapa yapa bilinçaltını programlayarak öğreniyoruz, müzik aletini elimize alarak notalara bakmadan rahatlıkla çalabiliriz, çünkü kendimizi programladık. Alışkanlık haline getirerek yapıyoruz.

Bir şeyleri değiştirmek istiyorsak, istediğimiz şeye sanki sahip gibi davranmalıyız, yapana kadar yapıyormuş gibi davranmak. Mutsuz biri isen, bu mutsuzluğun içinde, ben mutluyum, ben mutluyum diye tekrarlamalısın, ta ki gerçekten mutlu olana kadar. Kendi kendine tekrarlayarak, alışkanlık haline getirerek kendi programını değiştiriyorsun. Bir gün uyandığında artık tekrar etmene gerek olmadığını göreceksin, çünkü mutlusun. Tekrarlama, alışkanlık haline getirme,  program değiştirmenin 2. Yöntemi.

Son yöntem ise, insanlık kendi kendini yok etme durumuyla karşı karşıya, davranışlarımızı hemen değiştirmek zorundayız. Bu ivediliğin ışığında inancını değiştirmenin yeni yolu enerji psikolojisi’dir. Süper öğrenme, belki sizde görmüşsünüzdür, bazıları kitabı başparmağı ile satır satır takip ederek çok hızlı okuyor. Biz de bu süper öğrenme tekniği gibi enerji psikolojisini kullanarak bütün yaşamınız boyunca inandıklarınızı dakikalar içinde tekrar yazarak değiştirebilirsiniz. Yukarıda bahsettiğim diğer 2 yöntem zaman gerektirir. Oysa 3. Yöntemi kullanarak 10-15 dakika içinde programınızı tekrar yazabilirsiniz. İnançlarımızı mutlaka değiştirmeliyiz, inançlarımız bizi güçsüz yapıyor. Yaşamımıza baktığımızda bazı şeylerin eksik olduğunu görürüz, bir şeylerin eksik olmasından ziyade, bize ait olan, bizde yüklü olan çalışan programımızın bizim isteklerimizi desteklememesidir.  Kısıtlı bilinç ile kısıtlı bir yaşam yaratıp yaşıyoruz. Dolayısı ile değişme zamanı geldi. Telomer (kromozom ucu)’in ne olduğunu biliyorsunuzdur. DNA’nın ucuna eklenmiş iplikçiklerdir. Enzimler DNA’yı kopyalarken, yukarıdan uca doğru inerek kopyalarlar, ancak DNA’nın sonuna geldiğinden üzerende olduğu kısımı kopyalayamamaktalar. Her kopyalama işleminde DNA’nın bir kısmı kopyalanamamakta, her kopyada genlerin bir kısmı eksik kopyalanmakta. Yaşlanma, depresyon ve hastalıklar böylelikle ortaya çıkmakta. Dolayısı ile Telomerin uzunluğu yaşamımızın uzunluğu ile ilgili olduğu görüldü. 1960’ta Leonard Hayflick, Telomerin uzunluğunu hesaplayarak, her kopyalamada ne kadar Telomer kaybedildiğini bulmaya çalışmıştı. Hücre eksik kopyalamaya başlamadan önce yaklaşık 50 kere bölünür. Hesaplamalar sonucu birey yaklaşık 90 yaşına kadar yaşar.



10 – 12 yıl önce Elizabeth Blackburn adında bir bayan Telomerase adı altında bir enzime tanık olur. Telomerase Telomeri uzatmakta, bu ilginç buluşun ışığında, Telomerin boyu istenildiği kadar uzatılabilmekte bu ise sınırsız yaşam demektir. Her hücre bölünmesinde Telomerin boyu uzamakta. Öyleyse niye 90 yaşında genç ölüyoruz, çünkü bizler bilincimizi, stresleri ve programlarımızın içeriğini bilmiyoruz, bütün bunlar enzimin çalışmasını durdurmakta, bundan dolayı yaşamın kısa olmakta. Mutlu olmak, pozitif olmak, daha önemlisi başkalarına hizmet etmek onlara yararlı olmak sonucundaki geri bildirim Telomerase enziminin üretimini tetiklemekte. Bu durum da seni yaşama bağlar, sen daha bitmedin, ölmedin, hala yapacakların, umutların var. Birçok insanın emekli olur olmaz öldüğünü gözlemlemişizdir. Bilincimizde yarattığımız yaşamımı seviyorum modu, Telomerase enziminin üretimini devam ettirmekte.

Az insanın bildiği yeni bir şeyden bahsedeceğim. Eksozomlar (Exosomes), bedenin çalışma sisteminin bir sırrı olan küçük bedenler. Ortalığı temizlemeden sorumlu olduğu düşünülürdü. Aslında bunlar virüslerdir (Tüm virüsler, bakterilerde de olduğu gibi vücuda zararlı değildir). Bizler kendi virüslerimizi yaratmaktayız. Çünkü eksozomlar en yüksek haberleşme yoludur. Virüse posta-kodunu vererek istediğiniz hücreye özel amaçlı gönderebilirsiniz. Biyolojik yapımızda hiçbir şey bu görevi manasıyla yapamaz. Kan her yere gider, belirli bir yere belirli bir şey taşımaz, özel sinirler bile küçük sayıdaki hücrelere haber götürür. Kanser gibi durumlarda haber iletmek için hücreler kendi virüsleri üretirler, bunların adına Eksozomlar denir. Derinlemesine yaşamlarımızı değiştiren Eksozomlar bilimcimizle direk bağlantılı olarak üretilirler, bilincimize uygun üretilirler. Oldukça yeni bir bilgi bu, hala virüs olarak adlandırılmamaktadırlar. İnsan Genom projesinde, vücudumuzu yapan genom programının oranı konuşuldu. Genomun sadece %3’ü vücudumuzu oluşturduğu söylendi. Oysa bizim virüs genlerimizi yapan Genomların oranı % 5 ile 8’dir. Görüldüğü gibi Virüs genleri ne kadar önemli. Niye bu kadar önemli bu virüsler? Biyolojimizi kontrol eden virüsleri biz üretiyoruz, bunu tam anlarsak, kendi biyolojimizi kontrol eden Eksozomların sentezini yapan ustalar olduğumuzun farkına varırız. Zaten öyleyiz ama negatif düşüncelerimizin, inançlarımızın ve davranışlarımızın direk bu üretimi etkileyip şekillendirdiğinin bilincinde değiliz. Bilincimizden gönderdiğimiz sinyaller ile hücreler kendi biyolojilerini ayarlıyorlar. Eksozomlar yaşantımızı kontrol ederler, bunları öğrenmeye başlamalıyız. –Bruce Lipton PhD-
Çeviren: Naci Gülşan        


5 - 10 yılı önce karar verilen siyasi partinin, başbakanın, cumhurbaşkanının nasıl olupta seçildiği şimdi daha iyi anlaşılıyor. Bunu nasıl başarıyorlar diye merak ederdim. Bilinçaltımızı etkileyen reklamlarla, kampanyalarla ve bunları tekrar ederek istedikleri yönde hareket etmemiz sağlanıyor. Seçimler sembolik, “bak bizi siz seçtiniz” demeleri için yapılmakta, onlar açısından bu durum Evren yasalarına uygun,  sanki özgür irademizle onları biz seçiyormuşuz gibi göstermekteler, hür irademize saygı duyuyorlarmış gibi görünmekteler. Oysa kimin kazanacağı hali hazırda belirlenmiş.

Yaşamımın büyük bir bölümü Vedik bilgisi içinde geçti. Yüzlerce yıl süren geleneksel öğretilerde, öğretinin bugünkü Guru’suna hizmet edecek ruhların 1000 yaşam öncesinden kararlaştırıldığından bahsedilmekte. Programlanma ürkütücü bir boyutta. Kanımca yukarıda bahsedilen biyolojik programlamanın dışında, ruhlarımızda da DNA ya benzer bir depolama var. Bundan pek bahsedilmemekte, an azından henüz ben rastlamadım. Yoksa değişik Gezegenlerde, değişik Boyutlarda kazandığımız deneyimleri nasıl hatırlayacağız.

Söylemek istediğim; İmgeler, sayılar, gizemli geometri, yayın organları ile yapılan propagandalar, elektromagnetik sinyaller ile, duyduğumuz ve duyamadığımız sesler ile…. gece gündüz programlanmaktayız. Böylelikle bizler reenkarnasyonlarımız boyunca hep köle olarak yaşamaktayız. Artık DUR deme zamanı!