Yaşamımızı belirleyen genler değil, bizleriz.
Dr. Bruce H. Lipton, PhD, Amerikalı Gelişimsel biyolog.
1967’de Kök hücreler üzerinde
çalışıyordum. O dönemlerde kök hücreleri pek az insan biliyordu. Genetiği aynı
olan kastan, kemikten ve yağ hücrelerinden alınan kök hücrelerini 3 ayrı farklı
kültür sıvılarının olduğu 3 ayrı deney kabına koydum. Yaptığım genetiği aynı
olan kök hücrelerini farklı ortamlara koymak. Deneyin sonucunda aynı genetik
bilgisine sahip hücrelerin farklı geliştiğini gözlemledim. Kendi kendime, dur
biraz, okulda genlerin çevre şartlarını kontrol ettiğini öğretiyorum, deneyde
çevre şartlarının genleri kontrol ettiğini görüyorum dedim. 1967’de sonucu
yüksek sesle ne kadar haykırdıysam da geleneksel akademik anlayışına ters
düştüğü için kimse beni dinlemedi. Ya ben aptalım ya da bulduğumu
anlayamıyorlardı diye düşündüm. 1990’na kadar bilim bulduğum sonuçları
tanımadı. Daha sonra bunu “Epigenetics” olarak isimlendirdiler. Epigenetic
kontrol dediğimde, Epi üstünde demek, Epigenetic genlerin ötesindeki, genlerin
dışındaki kontrol anlamında. Onlardan 23 yıl önce bu gerçeğin farkındaydım.
Sonra sistemden ayrıldım, derse girmeyi bıraktım. Daha sonra Karayib’lerde
öğretime tekrar geri döndüm.
Geleneksel eğitim sistemi, genlerin
yaşamınızı kontrol ettiğini, karakterleri genlerinin tayin ettiğini, hatta
genlerin kendi kendilerine uyanıp uyuduklarını, genleri bizler seçmediğini
söyler. İnsanlar genlerin kurbanı olmaya
programlanmışlar. Gerçek ise bizler tam anlamı ile Yaratıcıyız, soylarından
gelen genlerin kurbanı olduklarını düşündüklerinden, insanlar bu durumdan
habersiz, ne yapayım bende böyle bir gen var onun için hastayım diyerek,
kendilerini çaresiz, stres altında, depresyonda hissediyorlardı.
Angelina Jolie örneğinde olduğu gibi,
annesi ve anneannesi göğüs kanserinden öldü. O da bu sonucu yaşamamak için
göğüslerini kestirdi. Ancak göğüs kanserine sebep olan aynı gen aynı zamanda
idrar kesesi kanseri, rahim kanserine de sebep olur. Angelina genlerin yaşamı
kontrol ettiğine, annesinden gelen hastalıklı genleri taşıdığına dolayısı ile
soyunun kurbanı olduğuna inandığından dolayı bu yolu seçti. Angelina basit bir
gerçeği gözden kaçırdı, bana gösterebileceğiniz, kendi halinde, kansere yol
açan bir tane bile gen yoktur. Angelina sözde problemi yaratan geleneksel
adlandırılan BRCA1 kanser geni taşıyordu. Gerçek ise bu geni taşıyan kadınları
sadece %50’sinde kanser görülüyor. Sonuç olarak sadece geni taşımak kansere
sebep olmuyor, yaşamla uyum içinde olmamak ve geni taşımak kansere yol açıyor. Genler
içinde bulunduğu ortamdan bağımsız olarak, kendi kendilerine hareket ederek
sağlık sorunları yaratmıyorlar, dolayısı ile genlerin kurbanı nasıl
olabilirsin? Senin bilincin ve bilinçaltın genleri harekete geçiriyor. Bilgi
eksikliği güçsüzlüktür! Kim olduğumuzdan ve bedenimizin gerçekten nasıl
çalıştığının bilgisinden mahrum bırakıldık. Dünyaya geliyorsunuz ve
bebekliğinizden başlanarak programlanıyorsunuz, eğer yaşamınızın başlarında
kurban olduğunuz programlanırsa, tüm yaşam boyu kurban olduğunuzu
düşünüyorsunuz, çünkü kontrolde olan siz değilsiniz. Geleneksel görüşe göre sen
kurbansın, kabul gören çalışmalarıma göre sen yaşamını yönlendiren ustasın,
düşüncelerini, inançlarını, algılarını, dolayısı ile içinde bulunduğun ortamı
değiştirebilirsin. Böylelikle tam olarak genlerini kontrol edebilirsin. Benim
araştırmalarım geleneksel olarak kabul edilen genler yaşamı kontrol eder
teorisinin aksini kanıtlamıştır.
Bütün arkadaşlarım bana öyle ise bize
nasıl kontrolde olacağımızı göster dedi. Ben de dâhil hiç kimse nasıl
yapılacağını bilmiyordu. Daha sonraki çalışmalarında ortamdaki bilginin
genlerle nasıl iletişim kurduğunu inceledim. Çalışmalarım beni hücre zarına
yönlendirdi, doğal olarak dışarısı ile içerisi arasında hücre zarı var, hücre
zarı aşılarak hücreye girileceğinden, zarı incelediğimde çok basit bir yapı
gördüm sanki Oreo bisküvisi gibi iki koyu katman içinde bir beyaz katman. Zar
sıvı kristaldir, içinde protein olmayan zar iletken değildir, sodyum, potasyum
gibi proteinler eklerseniz tam iletken olur, böylelikle hücre içini hücre
dışına bağlayan kanallar oluşur. Bu kanallardan her bilgi geçemez, çok az bilgi geçebilir, dolayısı ile yarı
iletken bir ortam oluşmuş olur. Sinyal alan ve sinyal veren iki ana protein
görev yapar. Kapı işlevini görürler. 1985’te Macintosh bilgisayarımın önüne
oturup bunları yazarken birden bu bilgileri bir yerlerde gördüğümü hatırladım. Bu
bilgilerin benzerlerinin ilk aldığım bilgisayarın kullanma kılavuzunda olduğunu
fark ettim. Basit bir kılavuz, açıp okuduğumda, cip’in kristal ve alıcı
vericilerin bulunduğu (kapılar) yarı iletken bir yapıda olduğunu okudum.
Ayrıntıları okudukça hücrenin karbon temelli cip olduğunu, çevreden toplanan
bilgileri alıcıların yüzeyine daktilo edip hücrenin veri tabanı görevini gören
hücre çekirdeğine gönderdiğini anladım.
Daha önce öğrettiğimiz, sizin
programınız sizin yaşamınızdır, genetiğiniz sizin yaşamınızdır idi. Epigenetic
öğretimi, bütün genler çevre şartlarına karşı tepkilerinin doğrultusunda
değişebilir. Genlerine hapsedilmiş durumda değilsin, zar bir çip, çekirdek ise
sabit disk ne yazıp okuduğuna bağlı olarak yaşamın değişir. Hücre
programlanabilir bir çip’tir. Farklı çevre şartlarında farklı dışa vurum
gösterir. Bunu anladığında bütün biyoloji anlayışı değişmekte. Ne tür bir
fonksiyon elde edeceğin hücre zarına yazdığına bağlı.
Yaptığım deneyde görüldüğü gibi,
genlerin içinde bulunduğu ortamın kimyası hücrenin kaderini tespit eder. Aynaya
baktığında insanın sadece bir tane varlık olduğunu görürüz, bu bir ilizyon,
çünkü insan vücudu 50 trilyon hücreden oluşur, hücreler de yaşayan varlık,
vücuttaki bütün hücreler programlanabilir, bütün bu hücrelerin oluşturduğu
bedenin kimyası kan hücrelerinin kimyası tarafından düzenlenir. Beden de deri ile
çevrelenmiş bir deney tabağı gibi düşünüldüğünde kanda deney tabağı içindeki
genleri kontrol eden kültürlenmiş sıvı. Peki, kanın kimyası nasıl ayarlanıyor,
nereden geliyor? Beyinden. Beyin kafanızdaki düşünceleri çevirerek kan’ın
kimyasına aktarır. Sevgiyi düşündüğünüzde beyin kanın kimyasını değiştirecek
dopamine salgılar, buda sevdiğinize sizi daha çekici yapar, büyüme hormonu
salgılanır, sizin canlılığınızı artırır. Eğer stresli bir durumla
karşılaştığınızda kan’a stres kimyası verilir.
Kuantum fiziğin gezegende en geçerli
bilim dalı olduğunu “Cosmic Code” adlı kitaptan öğrenmiştim. Kuantum fiziğin
ilk kuralı, yaşam deneyiminizi oluşturan bilinç’tir. Kan’ın kimyasını oluşturan
bilinciniz, aynı zamanda bilincinizin ifadesi oluyor. Bu ifade sizin yaşam
deneyiminiz oluyor. Yaşam eşittir bilinç.
Hastalıklarımızın ancak %1 bozuk genlerden
kaynaklanıyor. %90’nın fazla kısmı stresten kaynaklanıyor. Geri kalanlarda
kanın kimyasına bağlı olan hastalıklar. Hastalıklar evet sizin
düşüncelerinizden kaynaklanıyor. Kesinlikle, düşüncelerinizi değiştirirseniz
yaşamınızı değiştirirsiniz. Hemen şunu anlıyorsunuz, ben kurban değilim, ben
yaratıcıyım!
Yaşam nasıl işliyor? Öncelikle
bizlerin yapısı proteinden oluşmakta. Genler protein yapımı için
tasarlanmıştır. Proteinin karakteri sizin bünyenizin karakteridir. Protein
fiziksel bir yapıdır, fakat çevreden gelen belirli sinyaller proteine
bağlanarak proteinin şeklini değiştirmekte, kendi etrafında döndürmekte. Niye
bu önemli, şekil değiştirmek harekettir, hareket yaşamın geldiği yerdir. Proteinler
yaşamla ilgilidir fakat yaşamın kendisi değildir. İnsan öldüğünde protein olan
beden hala burada olmasına rağmen içinde yaşam yoktur. Protein artı sinyal
birlikte yaşamı oluşturur. Proteinin şekil değiştirmesi terleme, hazım, kas
hareketlerinin sonucunda oluşan atılımı gibi işleri yapar. Yaşam nedir? Protein
mekanizmasının sinyal ile birlikte proteinin davranışını yönetmektir yaşam.
Etan (Ethane) molekülünün kendi etrafındaki hareketini anlamak yaşamı oluşturan
temel hakkında bilgi edinmek demektir. Etan’nın hareketi yaşam başlangıcında
oluşan hareketin aynısıdır. Etan’nın hareketlerinin nasıl kontrol edildiğini
anlamaya çalışan bilimin adı Newton fiziği, Evreni enerji ve madde olarak
bölerek, maddeden yapılan maddeden yapılmış olanla iletişime girer, enerji ve
madde birbirini etkilemez, dolayısı ile fiziksel olan insan bünyesi sadece
fiziksel olan şeylerden etkilenir, kimyasal ilaçlar gibi, bizler bu
programlamaya tabi tutulduk. Fakat Etan molekülün hareketi Newton fiziğinin
mekanizmasının önerdiği gibi hareket etmediği, kuantum enerjisinin
mekanizmasını kullandığı görüldü. Dolayısı ile enerjinin alanı proteinin
hareketini ve ışığı üretmekte. Newton fiziği farmasötikal sektörün temelidir.
Bu sektör, fiziksel kimyasallar ile senin bedenini dengeleyeceğim der. Sinyal
olarak kullanılır kimyasallar. Fakat tercih edilen bu değil, enerji alanından
gelen, bilinçten, düşünceden, ekolojik alandan gelen sinyaldir. Bu sinyaller kimyasallardan
yüzlerce kat daha etkili sinyallerdir.
Tıp fakültelerinden önce herkesin
kullandığı şifa teknikleriydi. Enerjiyi kullanarak şifa bulma, eller ile şifa
verme, ruhsal şifa teknikleri kullanılmaktaydı. Amerikan medikal derneğinin
açıklamasına göre, ilaç kullanımı Amerika’da ölüm sebepleri arasında 3. sırada
yer almakta. İngilizler de aynı sonuca 20 yıl sonra vardılar. 1925’te kuantum
fizik devreye girerek, fiziksel gerçeklik enerjinin yanılsamasıdır dedi. Her
şey enerji olduğuna göre, enerjiyi enerji ile düzenlemek gerek. Bu tür tedavi
yönteminde hiçbir şey satın almak zorunda değilsin, tedaviyi kendin
yapabilirsin, dolayısı ile ilaç şirketleri bu durumdan memnun olmamakta. Bu
yoldaki bütün bilgiler baskılanmıştır.
Beyin bir bilgisayar, bu gerçek,
beynin gelişmesinde ilk ihtiyaç işletim sistemidir. İşletim sistemi olan bir bilgisayarı
açabilirim ve bu bilgisayardan bir şeyler yapmasını isterim, resim yapmasını,
yazmasını falan. Bir şeyler yapabilmesi için önce programları yüklemek gerekir.
İnsandaki “beyini bilgisayar”ın ilk 7 yılı bilincin yüksek beyin
vibrasyonlarında çalışmaz, alfa sakin bilinç veya daha aktif olan Beta gibi. İlk
7 yılda beyin bunlara ulaşamaz. Daha çok Teta vibrasyonunda çalışır ki buda
bilinçaltıdır, hipnoz düzeyidir. Peki, programı nereden alır, video kamerası
gibi Teta seviyesinde diğer insanları izler, dışarıdan bilinçaltına indirir.
İlk 7 yıl programları indirmekle geçer. Bu programlar senin istediklerinden ya da
dilediklerinden oluşmaz, yüklediğimiz programların %70’i yetkisizleştirme ve
kendi kendini baltalamaktan ibaret. “Bilinçaltı” program olurken, “bilinç”
oluşturan, yaratandır. Bilinçten hareket ettiğinde dümende oturan senin
isteklerin, dileklerindir, arabayı istediğin her hangi bir yöne
yöneltebilirsin. Fakat düşündüğün an, dümeni bırakıp içe dönmen gerekir,
düşünce dışarı bakmak yerine bilincini içe yönlendirir. Düşünce içeride oluşur.
Jonathan, Cumartesi günü ne yapıyorsun sorusunu cevaplandırmak için, eğer cevap
önünde yazılı değilse cevabı nereden bulacaksın? Düşünerek bulacaksın. Arabayı
sürerken her düşündüğünde, dümeni bırakıp içeriye yönelirsen kaza yaparsın
değil mi? Ama böyle olmuyor, Bilinçaltı otomatik olarak dümene geçiyor yani
programlar arabayı sürüyor. Arabayı bilinçli olarak sürdüğümüzü sansak bile
aslında arabayı bilinçaltı, başkalarından öğrenilen ve bilinçaltını etkileyen
diğer programlar kullanmakta. Eğer program kendi kendini baltalamak ile ilgili
ise, kendi kendinizi baltalıyorsunuz.
Kısaca; burada, bilinçaltının yönetimi
en önemli rolü oluşturuyor. Günü %95’şini düşünerek geçiriyor, yani
davranışlarımızın %95’şi bilinçaltındaki yüklenmiş programlar tarafından
yönetiliyor. Bu programlar başka insanlardan geliyor. Yakın arkadaşınızın
ailesini de iyi tanıdığınız bir durumda, yakın arkadaşının babası gibi
davrandığını gördüğünde, arkadaşına baban gibi davranıyorsun dediğinde,
arkadaşın bunu nerden çıkardın, davranışlarımın babamın davranışları ile
hiçbir ilgisi yok diyerek kabul etmediğini görürsün. Bu durumu diğerleri de
görse bile arkadaşının ısrarla kabul etmediğini göreceksiniz. Can alıcı nokta
burada; herkesin onun davranışlarının babasının davranışlarına benzediğini görmesine
rağmen, arkadaşın durumu görememekte. Çünkü bilinçaltının yaptığını, bilinç
kavrayamamakta. Bilinçaltı negatif programla yüklü olduğunda, başına gelen
olumsuzluklar sırasında, işin içinde olmana rağmen, düşündüğünden dolayı,
dikkatini düşüncelere yönelttiğinden dolayı otomatik pilot dümene geçmekte,
bunu sonucunda doğal olarak kurban olduğumuzu düşünmekteyiz. Mesela, ben
başarılı olmak istiyorum, benim dışımdaki şeyler bunu engelliyor demeye
başlarız. Çünkü hepimiz babasına benzeyen arkadaşınız gibiyiz, herkes günün
%95’de ilk 7 yıl içinde yüklenen programlarımız doğrultusunda davranıyoruz. Bilincimizin
meşgul olmasından dolayı bilinçaltının dümene geçerek yüklü olan programı
gerçekleştiğini göremiyoruz. Kuantum fizik, bilinç sizin yaşam deneyimini
yaratır der. Epigenetic’te evet sizin olmadığınız zaman, siz düşünürken
bilinciniz bu davranışları yaratıyor ve biz bunu algılayamıyoruz dolayısı ile
kurban olduğumuzu sanıyoruz der. (bunları anlamayarak, duruma müdahale
etmeyerek) Aslında gerçekten bütün her şeyi bizler yaratmaktayız.
Gebeliğin son üç ayında programlama
başlıyor. Programları değiştirmeye başlamadan önce programların ne olduklarını
bilmek lazım. Yaşamlarımız programlarımızın çıktısıdır. Hayatınızdaki birçok
şey, siz hiçbir şey yapmadan programların kendiliğinden çalışması sonucu var.
İstediklerin, arzuların programlar doğrultusunda olmadığından onları
gerçekleştirmek için, çok çalışman, terlemen, çok gayret göstermen, acı çekmen
gerekir. Neden çok çalışman gerek çünkü istediklerin programların tarafından
desteklenmiyor. Sonra başlıyorsunuz, buna ulaşamam, bunu yapamam, bunu hak
etmiyorum, o kadar zeki ve becerikli değilim demeye. İlk yapacağınız,
yaşamınızı incelemek. Hangisini değiştirmek istediğinize karar vermek. Mesela,
evlenmek istiyorsunuz, eğer bu konuda güçlük var ise temelde senin programların
evlenmeni desteklemiyor, bundan dolayı güçlükle karşılaşıyorsun. Önce
kineziyolojideki inanç tekniği olan “kendimi seviyorum” etki-testini (muscle
testing) geçmelisin. İnsanlığın %85’i “kendimi seviyorum” testinden geçemez. Eğer kendini sevmiyorsan başkaları seni nasıl
sevecek. Biri sana seni seviyorum dediğinde sen ben sevilecek biri değilim
dersen bu tutumun ilişkiye girecek olanı senden uzaklaştırır, engeller ve tabi
ki sen evlenmekte zorluk yaşarsın.
Bilinçaltını değiştirebilecek 3 şey
vardır. Bunlar bilinçten tamamen farklıdır. Bilinç beynin %10 dur, alnının
hemen gerisindedir. Bireysel kimliğini, eşsiz karakterini, senin ruhunu
oluşturur. Diğer %90 da bilinçaltını oluşturur, bu sabit sürücünün programlarının
olduğu veri tabanını oluşturur. Bilincin yaratıcı olduğunu söyledim, balayı
deneyimini yaşamak istiyorum, Dünyada cennetteymişim gibi yaşamak istiyorum,
iyi bir iş istiyorum, iyi kadın-erkek ilişkileri istiyorum, sağlıklı bünye
istiyorum, bütün bunları istiyorum. İsteklerimiz, tutkularımız bilincimizi
oluşturuyor. Bilinçaltımız alışkanlığımız, kayıt ve yapılan kayıtı çalmaktan
ibaret. Programlar iyi ve kötü olabilir fakat bilinci iyi veya kötü olarak
tanımlamak yanlıştır. Ne zaman yürümeyi öğrendiniz, muhtemelen 2 yaş civarları,
hala yürüyorsun değil mi? Çünkü yürümek alışkanlık haline geldi, yüz yaşına
bile gelsen hala yürümeyi unutmazsın. Alışkanlıklar iyi olduğunda yararlıdır,
kötü alışkanlıklar ise zarar verir. Yaratıcı olan bilinç, kitap okur, video
seyreder, konferanslara gider, konuştuklarımızı dinler. Bütün bunlar
bilincimizi değiştirir, bilinçaltımızı değil. Bilinç bütün bunları anlar ama
bilinçli hareketlerimiz ancak tüm bilincimizin %5’şini oluşturur. “Çok kitap
okuyorum, çok şey öğreniyorum, birçok şeyi iyi bilmeme rağmen hala yaşamın
değişmiyor” dediğimiz olmuştur. Bilinçli
davranışlarında seni çok akıllı bulabilirler, ama yaşamın hala berbat olabilir,
çünkü başkaları tarafından programlanmış alışkanlık bilincini kullanarak
yaşamını sürdürüyorsun. Alışkanlık bilincinin indirdiği programların %70’i negatif,
güçsüz bırakan inançlar ile ilgilidir, eğer bu kayıtları çalıştırıp aktif hale
getirirsen, kaybedersin.
Yeni programlar yüklemek zorundayız.
Ben sevilecek biriyim, ben sağlıklıyım, iyi bir işim var gibi yaşamınızda ne
istiyorsanız bilinçaltına bunları yerleştirmelisiniz. Bilinçaltını 3 öğrenme
yöntemi vardır. 1. si; başlangıçtaki ilk 7 yıl, Teta dalga boyundasın, hipnoz
durumundasın. Bu dalga boyunda tekrar programlar yükleyebilirsin, bunun için
terapiste gitmene gerek yok, bunu kendin de yapabilirsin. Beyinin en düşük
vibrasyonu Delta, uyku bilinç düzeyi, sonraki Teta, hipnoz ve hayal bilinç
düzeyi, bir sonrası Alfa, sakinlik bilinç düzeyi, Beta, odaklanma bilinç düzeyi
ve Gama, yüksek işleyiş bilinç durumu. Yattığımız bilinç düzeyi olan Alfa
düzeyinden uykuya geçtiğimizde Teta bilinç düzeyine geçeriz, işte bu anda
programlama mümkün olmakta. Alfa düzeyinde kulaklıkları takıp ne isteğinize
bağlı olarak seçtiğiniz kayıtı dinlerseniz, Teta düzeyine girer girmez,
kayıttaki bilgi direk bilinçaltına kaydolur.
7 yaşından sonra hala programlama
devam etmekte, nasıl mı, tekrar ederek. Pratik yaparak, alışkanlıklarla, tekrar
ede ede. Müzik aleti çalmak, bilincimize göre iyi bir fikir, pratik yapa yapa
bilinçaltını programlayarak öğreniyoruz, müzik aletini elimize alarak notalara
bakmadan rahatlıkla çalabiliriz, çünkü kendimizi programladık. Alışkanlık
haline getirerek yapıyoruz.
Bir şeyleri değiştirmek istiyorsak,
istediğimiz şeye sanki sahip gibi davranmalıyız, yapana kadar yapıyormuş gibi
davranmak. Mutsuz biri isen, bu mutsuzluğun içinde, ben mutluyum, ben mutluyum
diye tekrarlamalısın, ta ki gerçekten mutlu olana kadar. Kendi kendine tekrarlayarak,
alışkanlık haline getirerek kendi programını değiştiriyorsun. Bir gün
uyandığında artık tekrar etmene gerek olmadığını göreceksin, çünkü mutlusun.
Tekrarlama, alışkanlık haline getirme, program değiştirmenin 2. Yöntemi.
Son yöntem ise, insanlık kendi kendini
yok etme durumuyla karşı karşıya, davranışlarımızı hemen değiştirmek
zorundayız. Bu ivediliğin ışığında inancını değiştirmenin yeni yolu enerji psikolojisi’dir.
Süper öğrenme, belki sizde görmüşsünüzdür, bazıları kitabı başparmağı ile satır
satır takip ederek çok hızlı okuyor. Biz de bu süper öğrenme tekniği gibi
enerji psikolojisini kullanarak bütün yaşamınız boyunca inandıklarınızı dakikalar
içinde tekrar yazarak değiştirebilirsiniz. Yukarıda bahsettiğim diğer 2 yöntem
zaman gerektirir. Oysa 3. Yöntemi kullanarak 10-15 dakika içinde programınızı
tekrar yazabilirsiniz. İnançlarımızı mutlaka değiştirmeliyiz, inançlarımız bizi
güçsüz yapıyor. Yaşamımıza baktığımızda bazı şeylerin eksik olduğunu görürüz, bir
şeylerin eksik olmasından ziyade, bize ait olan, bizde yüklü olan çalışan
programımızın bizim isteklerimizi desteklememesidir. Kısıtlı bilinç ile kısıtlı bir yaşam yaratıp
yaşıyoruz. Dolayısı ile değişme zamanı geldi. Telomer (kromozom ucu)’in ne
olduğunu biliyorsunuzdur. DNA’nın ucuna eklenmiş iplikçiklerdir. Enzimler
DNA’yı kopyalarken, yukarıdan uca doğru inerek kopyalarlar, ancak DNA’nın
sonuna geldiğinden üzerende olduğu kısımı kopyalayamamaktalar. Her kopyalama
işleminde DNA’nın bir kısmı kopyalanamamakta, her kopyada genlerin bir kısmı
eksik kopyalanmakta. Yaşlanma, depresyon ve hastalıklar böylelikle ortaya
çıkmakta. Dolayısı ile Telomerin uzunluğu yaşamımızın uzunluğu ile ilgili
olduğu görüldü. 1960’ta Leonard Hayflick, Telomerin uzunluğunu hesaplayarak,
her kopyalamada ne kadar Telomer kaybedildiğini bulmaya çalışmıştı. Hücre eksik
kopyalamaya başlamadan önce yaklaşık 50 kere bölünür. Hesaplamalar sonucu birey
yaklaşık 90 yaşına kadar yaşar.
10 – 12 yıl önce Elizabeth Blackburn
adında bir bayan Telomerase adı altında bir enzime tanık olur. Telomerase
Telomeri uzatmakta, bu ilginç buluşun ışığında, Telomerin boyu istenildiği
kadar uzatılabilmekte bu ise sınırsız yaşam demektir. Her hücre bölünmesinde
Telomerin boyu uzamakta. Öyleyse niye 90 yaşında genç ölüyoruz, çünkü bizler
bilincimizi, stresleri ve programlarımızın içeriğini bilmiyoruz, bütün bunlar
enzimin çalışmasını durdurmakta, bundan dolayı yaşamın kısa olmakta. Mutlu
olmak, pozitif olmak, daha önemlisi başkalarına hizmet etmek onlara yararlı
olmak sonucundaki geri bildirim Telomerase enziminin üretimini tetiklemekte. Bu
durum da seni yaşama bağlar, sen daha bitmedin, ölmedin, hala yapacakların,
umutların var. Birçok insanın emekli olur olmaz öldüğünü gözlemlemişizdir. Bilincimizde
yarattığımız yaşamımı seviyorum modu, Telomerase enziminin üretimini devam
ettirmekte.
Az insanın bildiği yeni bir şeyden
bahsedeceğim. Eksozomlar (Exosomes), bedenin çalışma sisteminin bir sırrı olan
küçük bedenler. Ortalığı temizlemeden sorumlu olduğu düşünülürdü. Aslında
bunlar virüslerdir (Tüm virüsler, bakterilerde de olduğu gibi vücuda zararlı
değildir). Bizler kendi virüslerimizi yaratmaktayız. Çünkü eksozomlar en yüksek
haberleşme yoludur. Virüse posta-kodunu vererek istediğiniz hücreye özel amaçlı
gönderebilirsiniz. Biyolojik yapımızda hiçbir şey bu görevi manasıyla yapamaz. Kan
her yere gider, belirli bir yere belirli bir şey taşımaz, özel sinirler bile
küçük sayıdaki hücrelere haber götürür. Kanser gibi durumlarda haber iletmek
için hücreler kendi virüsleri üretirler, bunların adına Eksozomlar denir. Derinlemesine
yaşamlarımızı değiştiren Eksozomlar bilimcimizle direk bağlantılı olarak
üretilirler, bilincimize uygun üretilirler. Oldukça yeni bir bilgi bu, hala
virüs olarak adlandırılmamaktadırlar. İnsan Genom projesinde, vücudumuzu yapan
genom programının oranı konuşuldu. Genomun sadece %3’ü vücudumuzu oluşturduğu
söylendi. Oysa bizim virüs genlerimizi yapan Genomların oranı % 5 ile 8’dir.
Görüldüğü gibi Virüs genleri ne kadar önemli. Niye bu kadar önemli bu virüsler?
Biyolojimizi kontrol eden virüsleri biz üretiyoruz, bunu tam anlarsak, kendi biyolojimizi
kontrol eden Eksozomların sentezini yapan ustalar olduğumuzun farkına varırız.
Zaten öyleyiz ama negatif düşüncelerimizin, inançlarımızın ve davranışlarımızın
direk bu üretimi etkileyip şekillendirdiğinin bilincinde değiliz. Bilincimizden
gönderdiğimiz sinyaller ile hücreler kendi biyolojilerini ayarlıyorlar. Eksozomlar
yaşantımızı kontrol ederler, bunları öğrenmeye başlamalıyız. –Bruce Lipton PhD-
Çeviren: Naci Gülşan
5 - 10 yılı önce karar verilen siyasi
partinin, başbakanın, cumhurbaşkanının nasıl olupta seçildiği şimdi daha iyi
anlaşılıyor. Bunu nasıl başarıyorlar diye merak ederdim. Bilinçaltımızı
etkileyen reklamlarla, kampanyalarla ve bunları tekrar ederek istedikleri yönde
hareket etmemiz sağlanıyor. Seçimler sembolik, “bak bizi siz seçtiniz” demeleri
için yapılmakta, onlar açısından bu durum Evren yasalarına uygun, sanki özgür irademizle onları biz seçiyormuşuz
gibi göstermekteler, hür irademize saygı duyuyorlarmış gibi görünmekteler. Oysa
kimin kazanacağı hali hazırda belirlenmiş.
Yaşamımın büyük bir bölümü Vedik
bilgisi içinde geçti. Yüzlerce yıl süren geleneksel öğretilerde, öğretinin
bugünkü Guru’suna hizmet edecek ruhların 1000 yaşam öncesinden kararlaştırıldığından
bahsedilmekte. Programlanma ürkütücü bir boyutta. Kanımca yukarıda bahsedilen
biyolojik programlamanın dışında, ruhlarımızda da DNA ya benzer bir depolama
var. Bundan pek bahsedilmemekte, an azından henüz ben rastlamadım. Yoksa
değişik Gezegenlerde, değişik Boyutlarda kazandığımız deneyimleri nasıl
hatırlayacağız.
Söylemek istediğim; İmgeler, sayılar,
gizemli geometri, yayın organları ile yapılan propagandalar, elektromagnetik sinyaller
ile, duyduğumuz ve duyamadığımız sesler ile…. gece gündüz programlanmaktayız.
Böylelikle bizler reenkarnasyonlarımız boyunca hep köle olarak yaşamaktayız. Artık
DUR deme zamanı!